Anasayfa / Köşe Yazıları / Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan stratejik hamle

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan stratejik hamle

NATO’nun Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta yapılan zirve öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Birliği (AB) üyeliğine yönelik açıklaması zirveye damga vurdu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki; Türkiye’yi Avrupa Birliği kapısında 50 yılı aşkın zamandır bekleten bu ülkelere buradan sesleniyorum ama aynı zamanda Vilnius’ta da sesleneceğim; önce gelin Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde önünü açın, ondan sonra biz de Finlandiya ile ilgili nasıl onun önünü açtıysak, İsveç’in de önünü açalım.”

Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Askerimizi, polisimizi, sivil vatandaşlarımızı şehit verdiğimiz bir durumda kimse bizden taviz ve anlayış göstermemizi beklememelidir. Biz, bize verilen ve altına imza atılan tüm sözlerin tutulmasını istiyoruz. Bu konularda kararlılığımız daimdir” dedi.

Böylece Cumhurbaşkanı Erdoğan; teröre, terör örgütlerine verilen desteğin kesilmesine ilişkin koşuluna, AB’ye tam üyelik şartını da eklemiş oldu.

İsveç’in NATO’ya üyeliğine ilişkin Türkiye’nin tavı net. Daha önce yapılan 3’lü mutabakatın gerekleri yerine getirilmeden, bunların uygulamalarını görmeden Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesi mümkün değildi. Şimdi buna Türkiye’nin AB üyeliğini de eklemiş durumda.

Esasen Cumhurbaşkanı Erdoğan son derece önemli stratejik bir hamle yaptı. Bugüne kadar çeşitli bahanelerle Türkiye’nin tam üyeliğinin önü kesildi. 2005 yılında müzakere sürecinin önü açılmış ama ilerleme sağlanamayarak, müzakereler durma noktasına getirilmişti.

Bu durum tamamen AB’nin tek yanlı siyasi bir tutumunun sonucudur. Başta Kıbrıs adasına yönelik jeopolitik yaklaşımının yansımasıdır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) adanın tek egemeni kabul ederek, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB’ye üye yaptığı günden bugüne Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin önüne aşılması güç siyasi ve stratejik engel koymuştur. Bunu yaparken de açık hukuk ihlallerinde bulunmuştur. Bir yandan; sınır sorunu çözülmeden bir ülkenin AB’ye üye olmasının mümkün olamayacağına dair kendi hukuk kuralını ihlal etmiş diğer yandan da; BM uhdesinde 1959-1960 garanti anlaşmasının açık hükmü olan; Kıbrıs adasının 3 garantör ülkesi Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadığı bir birliğe ada dahil olamaz kararı hiçe sayılmıştır.

Üstelik BM’nin Annan Planı’nın referandumunda adanın kuzeyine evet vermesi için yoğun çaba sarf edilirken, güney tarafına AB’ye üyeliğin yolu açılmış ve böylece denge bozulmuştur.

Şimdi gelinen noktada; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması ve AB’ye üye yapılmasıyla ancak sebep olunan haksız, hukuksuz, adaletsiz durum düzeltilebilir. Üstelik bir adadan 2 devlet çıkmaz diye ne bir uluslararası hukuk kuralı, ne de bir uluslararası ilişkiler esası vardır. Öyle olsa idi Haiti ile Dominik Cumhuriyeti’ni bölmezlerdi.

2005 yılında AB’ye müzakerelerin başlamasıyla oluşan Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi’nde (MÇB) AB’nin daha önce hiçbir üye ülkenin müzakere sürecinde belirtilmemiş hususlar ifade edilmişti. Mesela; Türkiye üyeliği söz konusu olunca AB’nin “hazmetme” kapasitesinden söz edilmişti. Yine Türkiye söz konusu olunca; üyeliğin açık uçlu süreç olduğu sonucunun önceden garanti edilemeyeceği hatırlatılmıştı. Müzakere sonucunda üyelik gerçekleşmez ise Türkiye’nin AB yapılarına kuvvetlice bağlanması belirtilmişti. Ayrıca; serbest dolaşım hakkının olamayacağı, AB parlamento kararlarının da bağlayıcı olacağı gibi esasen AB’nin üyelik hukukuna uymayan ayrımcı yaklaşım sergilenmişti.

Üstelik MÇB’nin sonuna; ” Bu belge Türkiye’nin özel koşulları düşünülerek hazırlanmıştır” ifadesi eklenmişti. Bu ifade bile başlı başına AB’nin üyelik hukukuna aykırıdır. Nitekim aynı tarihte müzakerelere başlayan Hırvatistan’ın önüne bu hükümlerin hiçbiri konulmamıştır.

Tüm bunlara rağmen Türkiye o dönem müzakereleri sürdürmeyi, sorunları zaman içinde aşacağını düşünerek, üyelik hedefinden vazgeçmemeyi yeğlemişti. Buna rağmen AB haksız, hukuksuz olarak Türkiye’yi üyelik pozisyonuna getirmemek için uğraş verdi. Aslında AB; Türkiye’ye yönelik en esaslı çıkarını 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği anlaşmasıyla elde etmişti. Birlik üyesi olmadan GB’ye giren ilk ülke olarak Türkiye, bu yolla AB’ye tek yanlı bağlanmıştı.

Şimdiler de bile bunun gözden geçirilmesine, güncellenmesine dahi yanaşmayan bir AB tutumu olduğunu da hatırlatmak gerekir. Esasen AB’nin bu tutumu; Türkiye’nin tam üyelik yerine, GB üyeliğiyle yetinmesine razı kılmaktı.

Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO zirvesi öncesi AB’ye üyelik açıklamasıyla, AB’yi Türkiye’ye yönelik haksız, adaletsiz, hukuksuz tutumuyla bir kez daha yüzleştirmiştir. NATO zirvesinde çıtayı yüksek tutmuştur. Türkiye’ye saygı duyulmasını, iradesine ipotek koyulamayacağını bir kez daha hatırlatmıştır.

Önerilen Haber

Dağılmış masanın ve ‘sırttaki hançerlerin’ seçim yansımaları

Yerel seçim gündemi, partilerin adaylarını açıklamalarına odaklanmış olarak seyrini sürdürüyor. Cumhur ittifakının adaylarının çok büyük …