Anasayfa / Köşe Yazıları / Suriye, İdlib ve Astana sürecinin geleceği

Suriye, İdlib ve Astana sürecinin geleceği

Suriye’de İdlib kördüğümü üzerinden safların yeniden belirlendiği bir evredeyiz. Özellikle Astana sürecinin; ruhunun, içeriğinin, paydaşlığın ömrünün ve nihai hedeflerinin yeniden ele alınması gereken bir noktaya gelindiğini görmek gerekir.

İdlib esasen Suriye iç savaşının bir özetidir. Bu yönüyle çok sıfatlı bir coğrafya durumundadır. Buna göre; hem canlarını kurtarmak isteyenlerin sığınma alanı, hem El Kaide kökenli HTÇ terör örgütünün etkinliği altındaki bir coğrafya, hem rejim muhalifi Esed mağduru Suriye’nin asli unsurlarının direnç alanı, hem Suriye üzerinden çıkar hesabı yapan birçok ülkenin istihbarat elemanlarının cirit attığı bir bölge durumundadır.

Bu tablo, esasen Suriye düğümünün en kör ve en zorlu boyutunu yansıtıyor. Her şey den önce kimin Suriye’nin asli unsuru ve rejim muhalifi olduğu, kimin Suriye’ye taşınmış, taşeron işleviyle görev üstlenen terör örgütlerinin unsuru olduğunun ayırt edilmesi gerekir. Esasen çok zor olan bu durum, mutlaka sonuçlanmalıdır. Zira Astana sürecinin aktörlerinin gerçek pozisyonlarını ve Suriye’nin geleceğine ilişkin samimi niyetlerini belirleyecek olan da bu durumun netleşmesidir.

Salt Esed’in konumunu korumasını isteyenlerle, topyekun Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını isteyenlerin bir arada ortak noktada bütünüyle kalıcı bir birlikteliği sürdürmesi çok güçtür. Kendi toprakları PKK/PYD, DEAŞ gibi terör örgütleri tarafından işgale uğrarken, kılını kıpırdatmayan aksine bu durumu konumunu kalıcılaştırmanın meşrulaştırma aracı olarak gören Esed’in bu ülkenin tüm asli unsurlarıyla harmanlanmış bir yönetim modeliyle toprak bütünlüğünü koruması mümkün değildir. Zira ülkesinin ve milletinin çıkarlarından çok kendi hükümranlığının derdinde olması nedeniyle, başka ülkelerin kuklasıdır. Her türlü zalimliğe başvurmuş, kimyasal silah kullanmış gözü dönmüş bir figür ve hukuk önünde hesap vermesi gerekendir.

Rusya ve İran, Suriye’nin parçalanmasının ABD ve İsrail çıkarlarına mı, yoksa kendi çıkarlarına mı hizmet edeceğinin kararını vermelidir.

Buna göre sahada hangi örgütün, hangi unsurun nihai olarak kime hizmet ettiğinin ayırdına varılarak, Esed’in yeri geldiğinde PKK/PYD, DEAŞ, yeri geldiğinde de ABD ile birlikte dans edebildiğini görmeleri gerekir.

Türkiye’nin bugünkü tutumu net ve sahicidir.

Suriye’nin toprak bütünlüğüne, kendi toprak bütünlüğü hassasiyetiyle yaklaşmaktadır. Tüm terör örgütlerini birbirinden ayırmaksızın mücadele kararlılığındadır. Suriye’ nin yeniden inşası, imarı ve atmosferinin insanileşmesinin de öznesi olmuştur.

Fırat Kalkanı Harekatı’nın sonunda, Azez-Cerablus-El Bab üçgeninde her geçen gün nüfus artmaktadır. Ocak 2018’den bugüne bu bölgenin nüfusu 500 bin artmış ve bugün 1.5 milyona ulaşmıştır. Türkiye bu bölgenin yaklaşık 500 okulunu, tüm hastanelerini, 200’ü aşkın camisini onarmıştır. Bölgenin yeniden hayata dönmesine, bölge insanın kendi oksijenine kavuşmasına öncülük etmiştir.

Türkiye’nin kararlılığı, Rusya ve İran açısındantedirgin edici, risk veya tehdit değildir. Bu ülkeler eğer Suriye konusunda bundan sonra sahici ve samimi olursalar, Türkiye’nin kararlılığından yarar elde edecektirler. Astana sürecinin geleceği de buna bağlıdır.

Süreç içinde bu durum da mutlaka netleşecektir…

Önerilen Haber

Dağılmış masanın ve ‘sırttaki hançerlerin’ seçim yansımaları

Yerel seçim gündemi, partilerin adaylarını açıklamalarına odaklanmış olarak seyrini sürdürüyor. Cumhur ittifakının adaylarının çok büyük …