Anasayfa / Köşe Yazıları / Filistin davasına ve insanlığa vicdani sesleniş

Filistin davasına ve insanlığa vicdani sesleniş

Filistin topraklarında maalesef kan akmaya devam ediyor. 6 Ekim 1973’de Mısır ve Suriye ordularının kaybettikleri topraklarını geri almak için İsrail’e yaptıkları taarruzdan bugüne en büyük operasyon Gazze’den Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El-Kassam Tugayları tarafından gerçekleştirildi.

6 Ekim 1973’den 50 yıl sonra aynı tarihlerde, İsrail’in işgal ettiği topraklar üzerindeki çok sayıda noktaya havadan ve karadan başlattıkları “Aksa Tufanı” operasyonuyla İsrail’e çok sayıda kayıp verdirdiler ve aralarında üst düzey rütbeli askerler olan çok sayıda İsrailliyi de rehin aldılar.

Günlerdir en çok konuşulan husus; nasıl olurda İsrail bu operasyonu önceden haber alamamış ve başta adına ” demir kubbe” denilen hava savunma sistemi olmak üzere tüm ileri güvenlik yapısı işe yaramamıştır.

Hamas’ın operasyona yönelik; çok iyi hazırlandıkları, çok gizli tuttukları ve İsrail’in o aşılmaz sanılan güvenlik yapısının zaaflarını çok iyi tespit ettikleri anlaşılıyor.

Tüm bunlara; Gazze’yi açık hava cezaevine çevirerek, 2 milyon insanı ölüme terk eden, tüm Filistin topraklarındaki işgalini 70 yıldır aşama aşama genişleten ve bunun için çocukları dahi acımasızca katleden İsrail’e duyulan 100 yıllık öfkenin dışa vurumu da eklenince, İsrail’in güçlü güvenlik yapısı yerle bir oldu.

Bu operasyonla, bundan böyle; İsrail’in işgal ettikleri topraklarda yaşayanların hafızalarına, İsrail’in o yenilmez güvenlik yapısının da yeri geldiğinde işe yaramayacağı düşüncesi yerleşecektir.

Bundan sonrası için İsrail’in güvenliği, bağımsız Filistin devletinin kurulmasına bağlıdır. Siyonizm’in gözü kararlılığıyla, sınır tanımaz aşırılıklarla, terör devleti haline gelerek, İsrail güvenliğini tam olarak sağlayamaz.

Ona başta ABD’nin karakol işlevi yükleyerek, bir garnizon devletçiği gibi davranmasını sürgit desteklemesiyle de İsrail güvenliğini sağlayamaz.

Emperyalizmin küresel düzen hakimiyetine katkı sağlaması için ihtiyaç duyduğu bazı jeopolitik eklem bölgelerindeki karakol işlevli garnizon devletçiklerinden beklenilen; bulundukları bölgelerde o bölgenin karakteristiğine göre farklı yöntemlerle jeopolitik denetim görevi görmesidir. Bu görev için o devletçiğin içinde yaşayanların öncelikleri hesaba asla katılmaz. Gerilim, çatışma, işgal, baskı, şiddet olaganlaştırılır ve jeopolitik hakimiyet için hak, hukuk, adalet gibi insan haklarını da içeren hiçbir değer engelleyici olamaz.

Emperyalizmin, Yunanistan, Ermenistan ve İsrail’e biçtiği rol budur. Yani karakol işlevli birer garnizon devletçiği olarak jeopolitik hakimiyet için kullanılmasıdır. Şimdi bu üçüne emperyalizm; Suriye’den parça kopartarak, Türkiye sınırında PKK-PYD/YPG Terör örgütü eliyle dördüncüsünü eklemek istemektedir.

İsrail’in, PKK terör örgütüne olan ilgisinin önemli bir nedeni de budur.

Öte yandan Filistin davasını, kendi çıkarları için kullanmak isteyen aktörlerde Filistin’in güvenliğinin bir başka engelleyici faktörüdür. Filistin davası; Filistinlilerin topraklarına kavuşması, insanlarının özgürleşmesi, kutsallarının korunup kollanmasıdır. Bunları öncelikli kılmadan, kendi güvenliği ve çıkarları için Filistin davasını kalkan gibi kullananlar da bir başka kötülüğün adresidir.

Tüm bunlardan farklı olarak, Türkiye’nin Filistin davasına yönelik tavrı, konumu ve hassasiyeti özel bir öneme sahiptir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son yaşananlara yönelik sözleri, Türkiye’nin tavrını, konumunu ve hassasiyetini net olarak ortaya koymaktadır;

“1967 sınırları temelinde bağımsız ve coğrafi bütünlüğü haiz, başkenti Kudüs olan bir Filistin Devleti’nin hayata geçirilmesi, artık ertelenemez bir ihtiyaçtır. Ancak, Kudüs’ü, zaman ve mekân olarak bölme gayretleri ile Harem-i Şerif’e yönelik tacizlerin sayısı her geçen gün artıyor. Türkiye olarak, bu konudaki tepkimizi ve itirazımızı her fırsatta dile getirdik. Tüm dünyanın sustuğu dönemlerde biz hakkı, hakikati ve ‘acı da olsa doğruyu’ söylemekten hiçbir zaman çekinmedik.

Filistinli kardeşlerimizle daima dayanışma içinde olurken; bölgede gerilimi tırmandıracak, daha fazla kan akmasına yol açacak, sorunları daha da derinleştirecek her türlü adımdan imtina edilmesi gerektiğini vurguladık.

Gazze halkının, abluka sebebiyle çektikleri sıkıntıların hafifletilmesi için de ilgili kurumlarımız aracılığıyla her türlü gayreti gösterdik. Bugün de ‘adil bir barışın kaybedeni olmaz’ düsturuyla hareket ediyoruz. Muhataplarımızla temaslarımızda en fazla üzerinde durduğumuz husus; Filistin meselesinin uluslararası hukuka göre çözülerek, bölgenin huzura, kalıcı barışa ve istikrara kavuşmasıdır. Adaleti tesis etmede geç kalındıkça, maalesef, bunun faturasını Filistinliler ve İsraillilerle birlikte tüm bölgemiz ödemektedir. Özelikle masum çocukların, daha kundaktaki bebeklerin ölümü ve acı çekmesi hepimizin yüreğini yaralıyor.

Türkiye; çatışmaların bir an önce durması, son hadiselerle birlikte iyice tırmanan gerilimin düşürülmesi için elinden geleni yapmaya hazırdır.”

Bu sözler; sadece Filistin davasına dair değil aynı zamanda yitirilmiş küresel vicdana, unutulan insanlığa yönelik en adil, en adaletli, en insanca, en vicdani sesleniştir.

Önerilen Haber

Dağılmış masanın ve ‘sırttaki hançerlerin’ seçim yansımaları

Yerel seçim gündemi, partilerin adaylarını açıklamalarına odaklanmış olarak seyrini sürdürüyor. Cumhur ittifakının adaylarının çok büyük …