MHP lideri Devlet Bahçeli, geçen hafta yaptığı yazılı açıklamada “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek ‘TRÇ’ ittifakının inşa ve ihya edilmesidir. TRÇ ittifakının da; Türkiye, Rusya ve Çin’den müteşekkil olması arzu ve önerimizdir” demişti.
Bunun üzerine bu konuda birbirinden farklı cenahlardan farklı yorum yapanlar oldu. Kimisi bu önerinin gerçekleşme ihtimali üzerinde durdular. Kimisi ise küresel ortamda gelinen aşamanın bu tür ittifak zeminlerinin mutlaka değerlendirilmesinin önemine dikkat çektiler.
Tüm bunların dışında bir kesim vardı ki; onlar hemen telaşa kapıldılar. Onların telaşı, kendilerinin zihni bağlılıklarının ürünüydü. MHP lideri Dr. Devlet Bahçeli’nin önerisini Türkiye’nin çıkarlarını önceleyerek, anlamlı, samimi bir biçimde fikri irdeleme yapmak yerine derhal her zamanki bağımlı pozisyonlarının gereğini yerine getirmenin görevine soyundular. Bu çevrelerin Türkiye’yi her hal ve şartta ABD-İsrail çizgisinde tutabilme gayretindekilerin elbette derdinin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. O çevrelerin duyarlılıkları, hiçbir dönemde Türkiye’nin bağımsızlığı, Batı’ya olan bağlılığının önünde olmadı. Onlar için tek yanlı bağlılık, hiç rahatsız edici değildi. Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu siyasal sisteminde, blok bağımlılığı, Soğuk Savaş dönemi sonlanmış olsa da hiç değişmesin istediler.
Sömürgeci emperyalizme ve işgalci, soykırımcı, Siyonist İsrail’e yönelik bu çevreler, bu zatlar sahici, samimi, okkalı bir karşı duruş hiçbir zaman sergilemediler. Vatan mücadelesindeki Hamas üzerinden İsrail’in saldırganlığına yönelik yarı maskeli, yarı açık gerekçe üretmekten geri durmadılar.
Yeri geldi Hamas’ı terör örgütü ilan ettiler. Küresel düzeyde vicdanlıların tepkileri artınca da, utanç duyulması gereken durumlarını maskelemenin çabasına giriştiler.
Türkiye’nin merkez ülke olduğunu, coğrafi konumunun jeopolitik değerinin çok seçenekli ve çok bileşenli bir dış politika stratejisini zorunlu kıldığı gerçeğinin göz ardı edilmesine çalıştılar. Soğuk Savaş döneminin bloklu sisteminin statik koşullarında,” ya o, ya bu” tercihine zorlanılmasının günümüzde,” hem o, hem bu” koşullarına dönüştüğünü yok saydılar, hep yok sayılsın da istediler. Bu çevreler örneğin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üye olunmanın NATO üyeliğinden vazgeçilmesinin şartı olarak tezvirat yaptılar. NATO’nun simetrik savunma örgütü olduğunu, onu var edenin Soğuk Savaş döneminin Doğu Bloku askeri örgütlenmesi Varşova Paktı olduğu gerçeğini örterek, ŞİÖ’nün sanki NATO’ya karşı bir askeri örgütmüş gibi tavırlar sergilediler. Oysa şimdilerde güçler arası mücadele ittifaklar içine girerek birbirini kontrol etme şeklinde gerçekleşiyordu ve gerçeği de ters yüz etmeye çabaladılar. Üstelik yine şimdilerde bir aktörle bir yerde yan yana, bir başka yerde karşı karşıya gelinebildiği, esas olanın bu durumu iki aktörün yönetebilme iradesi olduğunu hiç hesap etmediler, hesap edilsin de istemediler.
Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda Doğu-Batı, Kuzey-Güney demeden her aktörle ittifak yapabileceğini, bunun için esas olanın Türkiye’nin stratejik kazanımları olduğu gerçeğini köreltmenin gayretini sergilediler.
Türkiye’nin (yıllardır ifade ettiğim üzere) Doğu ile Batı arasında bir köprü olmadığını zira köprü üzerinden gelip geçilen ve üzerinde uzun süre yaşanamayacak bir yer olduğunu bilinçli olarak göz ardı ettiler. Oysa Türkiye, Doğu-Batı arasında bir sentez ve kendi özgün karakteriyle jeopolitik olarak bir merkez ülke gerçeğine bu çevreler, bu zatlar hep yabancılaştılar.
Oysa Türkiye, Batı’ya kızınca Doğu’ya, Doğu’ya kızınca Batı’ya sığınacak bir ülke değildir.
Buna bağlı olarak; Türkiye Doğu ile Batı arasında salınan bir jeopolitik sarkaç değildir. Türkiye jeopolitik merkez ülkedir ve tam bağımsızlığı neyi gerektiriyorsa onu kendi iradesiyle gerçekleştirmeye muktedirdir.
Prof. Dr. İ. Yaşar Hacısalihoğlu Resmi Web Sitesi